15 Mayıs 2011 Pazar

Ölümdü Aslolan, Gözyaşları Yalandı

www.tips-fb.com


Ancak böyle bir gerçeğin ardından yalanlar sıralanırdı.






Rastgele sıksam şakaklarıma anıları. Ben arkasında dursam yalanların, yalanlar bana sırtını dönse umursamadan. Birkaç dakikalık heyecanlara kokum karışsa ve yenilensem etik olup olmadığını sorgulamadan. İnce bir sızı duysam sadece, bu kadar olsa benim vicdan azaplarım. Minnet duymak mı? Asla! Oysa küçük bir çocukken anneme hep minnettardım.

Aşk elini alnıma koyup ateşimi ölçmüyor artık. Nasıl olduğumla ilgilendiği gün vazgeçeceğim şu tuhaf kokuyu sıkmaktan. Hep olduğum gibi sevilmek istemiştim, yalancı sihirlere ihtiyaç duymadan. Hatta bu zamana dek pek fazla kullanmadım şatafatlı makyaj setlerinden. Arada bir rimel kullandığımı göz ardı edilebilirseniz -kirpiklerim gözünüze batmazsa eğer- çoğu zaman doğallıktan yana oldum ben. 

Kimin laneti değdi ruhuma acaba? Nerede kaybettiysem kendimi acilen bulmam icap ediyor. Bir kadeh kırmızı şarap içinde bulmak kolay da ya kendimi sakladığım yer koca bir şişe malibu rom'sa? O zaman nereden bulacağım tek başıma ateşimi ölçtüğüm derecelerimi? Utanacağım aslında kendimi yalnız hissettiğim için. Oysa ne çok kalabalığım vardı benim. 

Hepsini alıp götürdü sanki benden sihirli bir pelerin.

Düşlediği gibi değildi hayat, sahte yüzler vardı her yerde. İki yüzlülük modaydı da milyon tane yüzü olanlar diğer yüzlerini nerelerde saklıyorlardı böyle? Sonra sonra anlamıştı, herbirinin adını koyamadıkları pelerinleri vardı. Binlerce yüzü buluyorlardı ama isim bulma konusunda hepsi kısırdı ayrı ayrı. Çocuklarına da bu yüzden büyüklerinin isimlerini koyarlardı. Malum, geleneklere mahcup olmamak lazımdı. Her ismin yanına bir de en sahtesinden gülücüklü suratlar eklenirdi. Zaten pelerin de bunun içindi. Aslında yüzsüz olanlara fazladan yüzler sağlamaktı görevi.

Elbet günün birinde bu eziyet de bitecekti. Zamanı geldiğinde bu sahte dünyadan o da çekecekti elini eteğini. Hazmedebildiği kadar yaşayacaktı ve bir gün bu da son bulacaktı. Onun da sonu ani ve apar topar mı olacaktı? Yahut sakin de gelse ölüm, kural hep aynı mı kalacaktı? Ebedi sonlara belki de kimse asla hazırlanamazdı.

Eskimiş sandığı açtı yaşlı kadın usulca. Kendini kaybettiği yerde yeniden bulabilir miydi acaba? Solgun yüzünde güller açmasını beklemiyordu elbette, tek istediği biraz taze nefesti. Nefesi onun nefesine değdiği günden beri soluk alıp vermek eziyet gibiydi. Çünkü o da bir anda ve hazırlanmadan gitmişti. Soluk almak neyse de neden bir de o soluğu geri vermek zorundaydı ki?

Nefes alabilmek bir çeşit tılsımdı belki. Onu gizli bir güç bahşetmişti, her soluk içimizden birine emanetti. Daha büyük tılsımları da vardı aslında ve daha gösterişlileri... Yine de yaşamak kadar büyülüsü yoktu. Zaten kimi kavgalarımız sırf yaşayabilmek için değil miydi?

"Sarıp sarmalayacağım seni." diye yazdı genç adam mektubuna, "Her yere yazacağım seni sevdiğimi.". Kaç kere duymuştu sevdiği ondan bu cümleyi sahi, defalarca mı? Öyleyse yeniden duymak isteyecekti, çünkü alışmıştı bu sevgiye ve onu hissetmeye. Mektubun her yerinde sevda ekili gibiydi. Bazı bazı körüklenmişti genç adamın özlemleri. Savrulmuştu oraya buraya hasreti. Şimdi, yeryüzünün hangi tılsımı ona iyi gelirdi? Derin bir iç çekti ve tamamladı sevgi sözlerini.

"Bana kendini sevdirdiğin günden beri, sensin bendeki tılsımlı tek sevgi." 

Öyleydi. Bunca yalanın arasında, doğru olan şeyler yok değildi. Gerçek sevgi de –tuhaftır- o nadir doğrulardan biriydi.

Yalanlarla düelloya tutuştuğum günden beri sözlerimi heba ettim bilmediğim bir uğurda. Ne yana baksam sahtelik kokuyordu, belki de bu o meşhur parfümün kokusuydu. Zaten sahtelik dendiğinde akla ilk o gelmiyor muydu? Birine aşık olmak ve onun koynunda sabahlamak birkaç dakikaya bakardı nihayetinde. Bir fıs sesi ve işte aşk doğuverdi! Aşkı bu kadar hafife aldığımız günden beri mektup da yazmıyoruz sevdalara. Sonuna büyük yeminler eklemek bir yana, sevgilinin gözlerinin içine baka baka yalanlar söylüyoruz her kalp atışında. Bir kalp atışı kimi zaman binlerce saniye demek aslında. Doğrular söylenmediğinde uzarmış zaman. Ve büyük zaman dilimlerinde yer ararmış kendine her bir yalan.

Sahi, kaç adımda uzaklaştım o aslında yalan yerden? Ayakkabılarım pembe eteğime takıldığında bile vazgeçmedim yürümekten. Hani aynı gün, bir kâğıt bulmuştum sokak ortasında ve bilmediğim bir numara yazılıydı kenarında. Telefonun ucundaki yabancıya anlatmıştım yalnızlığımı. Oysa sadece birkaç dakika olmuştu yalnız kalalı. Hiç tanımadığım bir yabancının mı öpmesini istemiştim yaralarımı? Cidden, öpse geçer miydi?

Oysa kural belliydi: Bir yabancı asla acıtmadan öpemezdi.

Rüyama kadar gelip birkaç dakikalık yalan seansından sonra çekip gitti. Yüzümdeki yapmacık ve anlık tebessümü de ödünç vermişti zaten. O gittikten hemen sonra gülücük de beni terk etti. Kâğıt hâlâ evimde bir yerlerde saklı. Ama kim bilir hangi çekmecede, içinde anıların hapis kaldığı.

Tuhaf da olsa sözde kocaman olan hayatlarımız birkaç şeyden ibaret: Yalanlar, aşk, yalnızlık ve ölüm. Ölüm de hayatın bir parçası, evet. Nihayetinde her kalan yaşarken ölmüyor mu gidenlerin ardından? Nefes almak eziyet haline geldiyse öldünüz siz de. Yaşadığınızı varsayıyoruz sadece. Müjdemi isterim, tatmadığınız acı kalmadı! Şimdi, mutlulukları tamamen unutmak zamanı. İlk oyuncak bebeğinizi ve ilk kırmızı arabanızı da unutmanız lazım. Yoksa tamamen ölmüş sayılmazsınız. Yaşamın içinde bir ölümse aradığınız, güzel olan her şeyi sandıklara kaldırmalısınız. Sizin de çekmecelerinizde hayallerle tutulmuş bir yabancının numarası duruyorsa hâlâ, onu da çöpe atın gitsin! O tuhaf kokuyu da sıkmaktan vazgeçin. Zaten ne zaman mutlu olduk ki saniyelik aşklarla? Ve o meşhur adsız pelerin... Sahte de olsa kamuflesiydi, asla gerçekten gülmeyen yüzlerimizin. Şimdi yalandan gülmeye de ihtiyacınız kalmadı. Ölüyorsunuz, gözlerinizi tüm dünyaya kapamak zamanı. 

Ya da hepsini unutun gitsin. Yaşamak tatlıdır zira, ölüm acısı gibi can yaksa bile. Biliyorum ki ben, toplu ölüm yolculuklarında dahi tek başıma giderim ölüme. Bunca alışılmış yalanın ve sahte yüzün arasında yine bir yalnızlık daha işte.

Tuhaf belki de.

Ya da yaşamak bir kere diye, her şeyden daha nadir görünüyordur gözümüze.

Doyasıya yaşayın öyleyse.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets