14 Mayıs 2011 Cumartesi

Geçmişe Dua

www.tips-fb.com




Ellerini yukarı kaldırıp dua etmeye başladı genç kadın. İbadet evinin duvarları belki anlayabilirdi içindekileri. Yazı beklemeye gerek yoktu ki çiçeklerinin gün yüzü görmesi için. Nasılsa soğuktan korkmuyordu. Yaza da bu yüzden gerek duymuyordu. Titremeleri geçtiği an gidecekti bu izbe yerden. O zamana kadar dua etmeliydi. 






Kendini iyi hissetmesi için güzel şeyler düşünmeliydi bir de. Bunu fark ettiğinde usulca kapattı gözlerini. Göz kapakları dışarı atmıştı fazla gözyaşlarını. Gözleri kapanınca, sendeledi güzel kadın. Akşam oluyor gibiydi. Oysa daha çok erkendi.

Dizlerinin üstüne çöktü soğuk duvarlara dokunarak. Ürpermişti ama geçeceğini bilmek güzeldi. Şimdi iyi şeyler getirecekti aklına, en güzellerini hatta. Ve evet, biri kapalı göz kapaklarına gölgesini düşürmüştü bile. Anımsıyordu her şeyi.

"Teninde bir yolculuktu elleri ve o engelleyemiyordu kıvranan nefesini." 

Soluk soluğa açtı gözlerini. O anı yeniden yaşamak bu kadar kolay mıydı yani? Hani böyle şeyler anlatılmaz yaşanırdı sadece? Yaşamak bile bir kereydi ve son bulurdu hatıraların derinliklerinde. 

Demek ki hepsi yalandı. 

Usulca ve yeniden gözlerini kapattı.

"Sıkı sıkı tutunmuştu hayallerinin iplerine. Yüreği inceldiği yerden kopmasa bile, tümüyle sökülüp gelecekti bir gün elbette. Avuçları, bilmediği bir yerin adını sayıklıyor gibiydi. Sanki onun temasları yaşamla ölüm arasında bir gelgitti. Öldüğünü sanıyor ama yaşadığının yeni yeni farkına varıyordu. Susmaya çalışıyor, mutluluğunun ağacında sallanan hüzünlerine gülmeden edemiyordu. Her yer kırmızıydı şimdi ve bir tek onun üzerinde bu kadar çekici duruyordu en paspal pijama takımları. Bu öyle bir andı ki, bir oydu sanki dünyanın en seksi kadını." 

Alışmıştı artık bu düşünceye genç kadın. Göz kapakları açılmak istercesine kıpırdıyordu ama o bunu umursamıyordu. Düşüncelerinin derinine inebilmek için daha sıkı kapattı gözlerini.

"Henüz soğumadan yatak, yenilenmişti sanki tüm bedeni. Ulaşılmaz düşleri vardı onun da, senin benim gibi. Hepsi olmasa da birçoğu artık gerçekti galiba. Üzerine sarılı beyaz çarşafları daha bir sıkı sarıp vücuduna, etrafı izlemeye koyuldu. Yüzündeki aptal gülümseme bile umrunda değildi o anda. Yatağın karşısındaki pencereden görebiliyordu kutlamaları. Sanki yeni yılın ilk günüydü o gün. Ne yani, herkeste mi aynı aptal gülümseme vardı? Anlam veremiyordu yıl ortasındaki bu tuhaf sevince. Belli ki o mutlu diye, herkes mutlu görünüyordu gözüne." 

Yakışıklı sayılabilecek yüz hatlarına sahip din adamı aceleyle içeri girdi. Belli ki bir yere yetişmesi gerekti. İbadet evinin büyük geniş kısmına geldiğinde durakladı. Yere oturmuş ve ellerini yukarı kaldırmış dua eden tuhaf görünümlü kadını fark etmişti. Önce biraz şaşırdı. Daha önce böyle dua eden biriyle hiç karşılaşmadığını anımsadı. Sonra belli belirsiz gülümsedi. Huzur, her ne şekilde olursa olsun huzur değil miydi?

"Yanında uyuyan ve her zamankinden daha mükemmel görünen adama baktı. Öpmeye kıyamadı, uyanırsa büyü bozulur diye korkuyordu. Bedenini sarıp sarmaladı aynı beyaz çarşafla ve kalktı yataktan usulca. Çıplak ayakları yere değdiği an ürperdi. Havanın bu kadar soğuk olduğunun farkında bile değildi. Yeni yıl arefesi geçeli çok olmuştu oysa ki. Kar da yağmıyordu dışarıda. Ya da ona mı öyle geliyordu? Bir tek o mu sabaha kadar dans etmişti o aşk dolu yalancı sıcağın koynunda?

Yalancı da olsa sıcaktı sonuçta. Yanmak üzereyken bedenleri, sevgiye doymuştu yürekleri. Yorgundu her ikisi de ama yaşamın tadına varmanın keyfiyle uzanıyorlardı yan yana. Bu kadar güzel miydi yaşamak, bu kadar zevk barındırıyor muydu içinde? Barındırıyordu işte. İlk kez hayatın tadına varmıştı genç ve güzel kadın, sevdiği kişiyle."
 

Din adamı mekanı terk edeli birkaç dakika olmuştu. Kapıyı kapatmamış, aralık bırakmıştı. Her zaman böyle düşünceli olmasa evlilik yemininin en büyük şahidi olamazdı galiba. Kadın, onun geldiğini hiç duymadı. Ve aynı şekilde, gittiğinden de asla haberdar olmayacaktı.

İbadet evinin yan tarafındaki rock barın kapatılması için defalarca şikayet mektubu gitmişti belediye binasına. Valiye kadar çıkmıştı birçoğu hatta. Ancak kimse geçerli bir sebep bulup da kapatamamıştı bu her gece dolup taşan eğlence mabedini. İşte şimdi de aynı tantana devam ediyordu. Bu durumu tantana olarak değerlendiren daha çok, ibadet evine huzur bulmaya gelen misafirlerdi aslında. Yoksa din adamlarının barla bir sorunları yoktu. Öyle ki mekanın en kıdemli din adamı eski bir rock yıldızıydı.

"Elleriyle toplayıp dağılmış saçlarını, gümüş bir taç taktı başına. Sanki bu ona takılmış özel bir taçtı, bugünün anısına. Bir nevi kraliçe sayılırdı artık. Prensesler pembeydi, kraliçelerse kırmızı. Pembeyi sevmekten vazgeçmeyecek olsa da, varlığı artık kırmızı bir kadındı. Belki de bu, hayatında kazandığı ilk büyük yarıştı. Kaç kişiyle rekabet ettiğini bilmeden ve hatta merak etmeden galip geldiği... Harikulade bir gecenin sonunda kazanan ilan edildiği...

Çocukça kutladığı ve gerçek heyecanlar yaşamadığı yığınla sevgililer gününden sonra, bu sıradan gün en özel günü olmuştu aslında. Zira artık sıradan olmayacaktı sevgililer günü hediyelerinin cılız sesi. En gür sesini kullanmıştı aşk, yoktu ikisinden ötesi! Birkaç minik karta sığamazlardı bundan sonra. Birbirlerine sığınmak varken, isteye isteye ve doyasıya..."
 

Konserin ortalarına doğru daha da yükselir olmuştu sesler. İbadet evinin tam ortasındaydı sanki konser. Sesi kökleyen grup kendi ibadetlerini yapıyordu adeta sahnede. Sesten yapma bir ilaha tapacak gibilerdi, ruhlarına fırsat verilse. Ve ibadethane yüksek sesli müzikle çalkalanıyordu. Tüm bu gürültüyü dua eden güzel kadının ruhu bile duymuyordu.

Yoldan geçmekte olan ve haftanın her günü meditasyon yapmak için şehrin bu en eski ibadethanesine gelen adam söyleniyordu. Rock barın ibadethaneye saygısızlık ettiğinden yakınıyordu. Kendiyle baş başa kalmayı sevdiğinden midir bilinmez, onu buralarda yanında biriyle gören hiç olmamıştı. Şikayetleri de tıpkı kendi gibi yalnızdı. Ve onu duyması muhtemel tek kişi dua etmekte olan genç kadındı. O da öyle bir dünyadaydı ki top atsalar duymazdı.

"Büyük pencerenin önündeki koltuğa oturdu kendini fırlatırcasına. Üzerine sardığı beyaz çarşaf nereye gitmişti? Neydi bu siyah elbise, ona bunu kim giydirmişti? Siyahtan nefret ederdi hani, siyah acıtırdı kalbini? Ve evet, ölesiye acıyordu kalbi şimdi. Eliyle bastırdı göğüs kafesini ve gözyaşlarını tutamadı daha fazla. Neden ağladığını bile bilmiyordu oysa. Mutlu olduğunu sanıyordu, gülümsemesinin bir maskeden ibaret olduğunu fark etmek ne zordu. Bir defasında durmadan ağlayan bir kadın olmuştu cadılar bayramında. Gözyaşları yerine sıcak sarap akıyordu maskenin gözlerinden. Bu da öyle bir gün müydü yoksa sahiden?" 

Yağmur başladı. İbadet evinin tavanı su alıyordu. Aslında hep mükemmel durumda olurdu bu bina, bakımına özen gösterilirdi ama... Ama bu kez başkaydı galiba. Genç kadının dua eder durumdaki elleri kıpırdamamıştı bile dakikalardır. Hareket eden tek şey, gözyaşlarıydı. Kim bilir, belki de yağmur bu yüzden açık bir yer bulmuştu kendine tavan arasından sızmak için. Malum, tek başına ağlamak ayıp sayılırdı bu şehirde. Ya bir omuz olacaktı cehennemini avutan, ya da gökyüzü de ağlayacaktı seninle birlikte. Başka türlüsüne rastlayan hiç olmamıştı, hiçbir zaman olmayacaktı belki de.

"Hayır, bayram değildi bugün. Onun öldüğü gündü. Bugün, onun ölüm günüydü! Çekip vurmuştu birisi yeniden dirilmeye çalışan yüreğini. O tuhaf siyah elbisenin üzerinde kan yoktu belki ama mermi acısını çok derinde hissediyordu. Sanki biri tutup çıkarsa o mermiyi, boş bir kovan kadar hafifleyecekti bedeni. Ah tabii ya, elleri... Yüreğinin görünmez kanı ellerindeydi. Bu kanlı sahne, kimse bir daha o elleri tutmasın diye miydi? Zaten artık yüreğine kim dokunabilirdi ki? Elleri boş kalsa ne değişirdi?" 

Yasak bir aşkın gizli iki kahramanı gibiydi gece ve yağmur. Gizlice sızıyorlardı ibadet evinin su alacak kadar beli kamburlaşmış binasına. Birkaç saat içinde yaşlanmıştı sanki bu yer. İki aşık bu yaşlı bunağa adeta sığınıyordu. Gece ve yağmur bir olmuş, sevişiyordu genç kadının nefesinin yanı başında. İnliyordu gece, kaybetmişti kendini. En güzel hali, en siyah haliydi. Bu gece her yer simsiyahtı zaten. Ve yağmur renksizdi. Gecenin içinde hayat buluyordu varlığı. Genç kadın, acısına ortak olmaya gelen yağmurun ihanetinden bihaber, siyah geceye akıtıyordu gözyaşlarını.

"Kimin için ağlıyordu şimdi? Kendine bile haram olmuş hayalleri için mi, gidenin ardından dur bile diyemediği çaresizliği için mi? Yoksa tam şurada bir yerde miydi hâlâ kalbi? Belki de biraz bakınsa etrafına onu bulabilirdi. Bu bir şaka olabilir miydi? Saklambaç oynamayı çok severdi çocukluğunda, belki o da seviyordur hâlâ? Yok, aksi mümkün değildi. Sevdiği adam, o bir rüyayı yaşadığını sanarken, ona asıl yaşaması gerekenin kabus olduğunu ispatlamak istercesine çıkıp gidemezdi hayatından. Bu muydu şimdi artık bir yalan olan ilişkiden arta kalan? Ya da hayır, bu değildi onun kaderi. Kader, ölüme giden yolda yaşananlar değil miydi? Öyleyse onun kaderi ölümcül bir zehir şişesine eş değerdi. İçecekti tüm şişeyi ve bitecekti hepsi." 

Aniden dindi yağmur. Gece utanmasa, güneşi getirecekti ayağına. Ay ışığı gecenin bu utancını anlarcasına parladı biraz daha. Gündüz gibiydi sokaklar, tüm lambalar cılız bir mum kadar güçlüydü şimdi. İbadet evinin taş duvarlarını aşamayan bu kuvvetli ışık, genç kadının yüreğine dokunmuş gibiydi. Sanki, genç kadın doğaya ayak uydurmuştu. Yahut doğa onun hislerinin müziğinde dans ediyordu, kim bilebilirdi ki bunu?

"Eli karnına gitti. O siyah elbiseyi üzerinden çıkarmamaya karar verdiği günden beri kimseye inanmaz olmuştu. Yalnızca karnında hissettiği minik kalp atışları ve biraz da ölüm gerçekti galiba. Önceleri o minik şeye de değer vermemiş, inanmamıştı güzelliğine. O da o kara geceden arta kalan bir anıydı nihayetinde. Tozlu masanın üzerinde duran zehir şişesine baktı. Madem kaderi onu ölüme teslim etmek istiyordu, neden ona kendinden başka bir yaşamı daha vermişti? Kader mi caniydi, zehir şişesi mi? Ya da içinde taşıdığı can, onu kendi ölüm gününden kurtaracak tek şey miydi?" 

Din adamı yağmurdan şişmiş ahşap kapıyı açmakta zorlanmıştı. Sırılsıklam olduğu yetmemiş gibi, bir de kör gecede kaybolan anahtarlarını aramak zorunda kalmıştı. İçeriye girebilmiş olmanın verdiği gururla açtı tüm ışıkları. Gözlerine inanamadı. Aynı kadın, göz kapakları ağlamaktan kızarmış bir halde ve uykuda gibi dua ediyordu hâlâ. Sabah olmak üzereydi. Eğer biraz daha bu şekilde durmaya devam ederse, sağlığı berbat hale gelebilirdi. Bir şeyler yapmanın zamanı belli ki gelmişti.

"Oğlu dünyaya geldiği gün bir daha asla siyah giymeyeceğine yemin etti. Sevdiği adamın gittiği günü kendi ölüm günü varsaymasının ardından, kendine ve diğer parçasına adadığı bir de kurtuluş günü olmuştu şimdi. Oğlu bir yaş daha büyüdüğünde bir kere daha anımsayacaktı olanları, biliyordu. Ama o günü sadece oğlu için değil, kaderiyle uzlaşmayı öğrenebildiği için de seviyordu. Kader her zaman ölümü hedef seçmezdi. Aslında doğru yaşamak da kaderle birlikte yapılmış bir seçimdi." 

Din adamı en yakın hastanenin numarasını tuşlamak için telefonunu eline almıştı ki genç kadın açtı gözlerini. "Ah Tanrım!" diye sayıklıyordu. Din adamı heyecanla yaklaştı kadının yanına.

"İyi misiniz?"
"Evet."
"Akşamdan beri buradasınız ve neredeyse sabah olmak üzere. Sizin için endişelenmeye başlamıştım. Hatta..."
"Hatta az daha ambulans çağırıyordunuz."
"Hep oluyor mu bu?"
"Ben sizin dininizden değilim. Benim dinimde bugün, özel bir gün. Bizim bayramımız. Ve ben kaderimdeki iniş çıkışları kabullenmemi sağlayan yüce Tanrı'ya teşekkür etmek için her yıl bir başka şehre, dua etmeye giderim."

Anlamsızca yüzüne bakan din adamına tebessüm ederek çıktı ahşap kapıdan. Güneş bu sabah biraz daha erken doğmuş gibiydi. En azından karanlıkta bulmaya çalışmayacaktı havaalanını. Yeniden gülümsedi. 

Telefonu çalıyordu.

"Anne, gecikmeyeceksin değil mi?"
"Hayır oğlum. Güzel gelinim beyaz gelinliğini giymeden orada olacağım, söz."

Anne olduğundan beri inanıyordu sözlere. Ve en çok da yüreğinin söylediklerine... Havaalanına giden yolda bu yılki duasını düşündü. Onun en özel günü anne olduğu gündü elbette. Ama terk edilmiş olsa bile, sevdiği adamla birlikte olduğu o malum gün, kimseye itiraf edemediği en özel günü olarak kalacaktı.

İçinde, bir yerlerde...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets