3 Nisan 2012 Salı

Karar Vermek Mi?

www.tips-fb.com




Deveyi hendekten atlatsam, daha kolay olmaz mı ki?!







Bir kafe düşünün. Hoş bi' ambiyansı, saygıda kusur etmeyen çalışanları, ekonomik ve lezzetli menüleri olan... Ve bu kafenin müdavimisiniz, daha önce defalarca bu mekana gelmişsiniz. 


Ne yiyip ne içeceğinizi bilir, hatta kendinize bir de spesyal belirlersiniz değil mi?


Değil işte.


En azından bu durum, benim için öyle.


Eğer benim gibi bir yaratıksanız ve şu dakika yaşadığınızı birkaç dakika içinde unutma potansiyeline sahipseniz; değil. 26 yaşınızda bunama belirtileri gösteriyorsanız değil. Kimi seçimlerinizi sadece anı kurtarmak için yapıyorsanız değil. Buyrun, bu değilleri bir bir inceleyelim şimdi. Bu yazı, benim kendimle yüzleşmemdir bir nevi.


Olay 1:


Hayallerin peşinden koşmak amaçlı, 2. üniversiteye odaklı, YGS sınavına başvuru yapılır ve sınavdan bir gün önce okul bi' görülsün, yeri belirlensin istenir. Ev arkadaşının yanına düşülür, okula gidilir.




-Otobüs şöförü de bilmiyor yerini, nasıl bulacağız ki?
-Merak etme, sora sora buluruz nasılsa.
-Valla sana güveniyorum, yoksa sınav yalan olur. Hayatım mahvolur kızım.
-Kız saçmalama, buluruz.


Okul, ev arkadaşının yardımıyla bulunur. Sağına soluna bakılır. Yer tespit edilir. Eve dönmek için otobüs durağına gidilir.


-Şimdi yarın kendin gelebilir misin?
-Gelirim tabii canım, kolaymış yeri.
-Bak sana söylediğim otobüse binince direkt önündesin işte. Birkaç metre yürüyeceksin sadece.
-Tamam tamam. Hallederim ben kolaymış.


Birkaç saat sonra...


-Kızım ya, sabah ben o telaşla karıştırırım falan, sen de gel benimle.
-Ya ben çıkışta geleceğim nasılsa. Gelsem kaç saat nerede bekleyeceğim ki?
-Eline bi' kitap al, mp3'ünü al. Ne güzel kızım, oturursun okulun bahçesinde. Lütfeeeeeeeeen!
-Peki, tamam. (Buradaki "Allah seni kahretsin." bakışını tahmin etmek zor olmasa gerek.)


Sınav sabahı...


-Ya şimdi benim bu gireceğim sınavın adı YGS mi LYS mi YLS mi, ne bu ya?!
-Ben ne bileyim, sınava hazırlanan sensin.


Ev arkadaşım bunu da bileydi iyiydi. O zaman hangi test benim için daha önemli, bilebilirdim belki.






Olay 2:


Yazının başında bahsini ettiğim kafedeyiz şimdi. Yanımda yine, her zamanki gibi, ev arkadaşım...








-Ne yiyelim?
-Ay bilemedim ki. Tavuklu menü var, etli de var. Bi' de kaşarlı kızarmışı var. Ay hepsi güzel!
-Valla bunların hepsi bana çok zaten. Sen karar ver, ben de aynısından alayım. (Büyük bi' hata yaptın şimdi sevgili ev arkadaşım.)


Epey bi' düşünmenin ardından, karar verilir. Seçimin yapıldığını gören garson, masaya gelir.


-Kararınızı verdiniz sanırım?
-Evet, iki tane tavuk dombili. (Adı böyle ama, ben ne yapabilirim ki?)
-Menü mü olsun?
-Hımmm, menü olsun bari.
-İçecekleri ne vereyim; ayran mı kola mı?


Ev arkadaşım net bir ses tonuyla;


-Ben kola alayım.
-Siz hanımefendi? (Buradaki hanımefendi benim, değil mi?)
-Şey... Kola... Evet, kola olsun.
-Peki.


Garson arkasını döner, birkaç adım atmıştır ki...


-Ya ben ayran mı alsaydım kola yerine acaba?
-E söyle adam gitmeden.
-Bakar mısınıııııııııııııııııııııııııııız?


Garson bendeki paniğe anlam veremez bi' ifadeyle yüzüme bakmaktadır.


-Benim o kolayı ayran yapsak mümkünse.
-Elbette. Açık mı olsun ayranınız, kapalı mı?
-Kapalı, kapalı. (Öyle de eminim ki hani!)


Birkaç saniye sonra...


-Ya sanırım buranın açık ayranı güzeldi. Böyle Susurluk ayranı gibi, köpüklü möpüklü...
-Hadi canım, e ondan isteseydin?
-E şimdi yeniden değiştirirsem adam kızmaz mı?
-Kapalı ayranı değiştirmesi kolay yine. Bi' şey olmaz, söyle.


Ayran ve kola gelir o sırada.


-Ay sizin bu açık ayranınız köpüklü falandı değil mi?
-Evet, çok güzeldir.
-Ay ben onu unuttum da kapalı ayran istedim sizden, bunu açık ayranla değiştirsek?
-Olmaz artık, değişim yapmıyorum.
-Valla mı?!
-Birazdan geliyor bol köpüklü ayranınız. (Garson burada, bendeki kararsızlığa gülmektedir katıla katıla.)


Ayran ve yemek gelir ardından. Garson endişelidir, şimdi neyi değiştirmek isteyeceğimi merak içinde olduğu yüzünden bellidir.


-Ayranınızı bol köpüklü yaptım, çok uğraştım güzel olsun diye. Bunu da değiştirmek istiyorum demeyin sakın.
-Yok yok, nefis görünüyor, teşekkürler.


Kötü görünse kaç yazardı ki zaten?






Olay 3:


Annem, babamla bana aldıkları trench coat denilen ceketi telefonda anlatmaktadır.




-Pespembe! Görmen lazım, tam senlik. Git de mağazanın oradaki şubesine, bi' bak beğenecek misin.


Mağazaya -yine ev arkadaşıyla- gidilir. İçeride hemen her renkten trench coat bulunmaktadır. Askılara bakılır, seçenek bolluğu bendenizin yine aklını karıştırmaktadır. 


-Anne ya, hangi rengini aldınız siz?
-Sakız pembesi olanını.
-Ya pudra rengi var onun, o daha iyi olurdu. Değiştirsenize.
-Kızım ona vaktim yok şimdi, akşama otobüse bineceğim. Ne zaman değiştireyim?
-Madem getir, burada değiştiririz. Ben onu hiç beğenmedim.


Ertesi gün anne gelir. Paketler açılır, içindeki trench coat çıkarılır. O anda mekandaki tek trench coat odur, başka rakibi yoktur.


-Aaa! Üstümde güzel durdu bu yalnıııııız. Rengi de fena değilmiş aslında. Hatta pudradan daha güzel gibi sanki.
-E dedim ben sana çok güzel diye. Dinlemedin ki.
-Ama askıda çirkin duruyordu. Ben giyince güzel oldu o, tabii.


Kılıflarım da hazır hani.


Aslında yığınla olay var, kararsızlığımın göstergesi... Lakin hepsi birbirinin benzeri, hepsi bendeki şeyin açık ve net ispatı gibi. Hayatımda neler yerinde değil, nelerin çok büyük eksikliği var da sürekli olarak en iyiyi arıyorum acaba? Hiçbir zaman "Ne fark eder ki?" diyemiyorum, hep taşlar yerli yerinde olsun istiyorum. Yahut "Bu benim kararım, bunu yapacak olan benim. Bundan daha iyisi olamaz." diyenleri hayretle izliyorum.


Hadi hayatî önem taşıyan meseleleri geçtim de... Bi' ayran-kola, bi' ceket, bi' adres... Bu kadar küçük şeyler arasında kalıyor olmama da pes!


Hangi ara bu kadar özgüvensiz oldum ben?


Hangi ara en ufak kararlar için dahi yığınla öneri dinlemeye başladım ve neden?


Neden kendi kendime kararlar vereceğim zaman sıkışıp kalıyorum korkularım arasında?


Neden verdiğim kararlara içten içe güvenmiyorum aslında?


Oysa hayat bi' ceket için uzun uzun düşünmeye zaman tanıyacak kadar uzun da değil. Kimi şeyler için beklemek ölüme yaklaşmak gibi, kimi şeyler için kararlar hemen verilmeli.


Lakin ben, çok har vurup harman savuruyorum günlerimi.


Harcıyorum bozuk para gibi.


Ve biliyorum ki bunu düzeltmek için kendimle kanlı savaşlar vermem gerekli. Yılların birikimi, yılların alıp götürdükleri... bir çırpıda geri gelir mi?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets