2 Kasım 2011 Çarşamba

Okuyucu Bunu Beğenmedi

www.tips-fb.com




Hiçbir katil toprağa gönderdiğini topraktan almaya çalışmazdı; ben en azından denedim.









"Ruhumuzdaki med-cezirler kadar insandık belki. Belki de içimizdeki sular asla yükselmeyecekti. Aslında acıları reddederek yaptık en büyük hatayı. Gözümüz görmez olduğunda yok sayacaktık olanları. Deve kuşuna gülerdik ya hani... Gerçekte bu, ağlanacak halimize zoraki kahkahalar atma haliydi."

Böyle dedi kalemim, serin bir sonbahar gecesinde. Anlatmak istedikleri vardı, anlatamaz olmuştu birden bire. Çıt çıkmıyordu kalbinde. Oysa nasıl da dalgalıydı gönlü. İçinde yükselen sularda boğulacak gibiydi. 

Bu yüzden bugün, yazma günüydü.


"Sonra, vicdanlarımızın sesini kıstık sonuna kadar. Sanki birilerinin gürültüden uyuyamayan, kundakta kötülükleri vardı. Ninniler söylemedik onların başında belki ama uyumalarına yardım ettik usulca. Kısık vicdan sesleri çığlık attı kimi zaman. Onları duymak artık mümkün olabilir miydi? Huzurlu uykularımız vardı şimdi geceleri. Yastığımıza sarıldığımızda, unuttuk kötü ve acı olan her şeyi."

İçimin isyanı dışına vurmak istiyordu. Neden bunca acıya karşı yine bunca yürek, kayıtsız kalıyordu? Sorularım beni gittikçe anlaşılmaz kılmaya başlamıştı, fark etmem -belli ki- zaman alacaktı. Gece siyahlaştı, ben anlamsızlaştım.

Oysa söylemeye çalıştığım yığınla şey vardı.


"Derken, büyüdü kötülükler zamanla. Onlar büyüdükçe masrafları da arttı, kaprisleri de... Şimdi nasıl baş edilirdi onların istekleriyle? Arkamızı dönüp gidemezdik. Kötülükleri büyüten bizler, şimdi de kahır çekmeliydik. Vicdani sesler duyarsak belki iyileşebilirdik. Hevesle aradık içimizdeki odaları. Hepsi bomboş kalmıştı, hepsi soğuk ve izbe mezarlıklardı."


Deniyordum, ısrarla... Belki de bir son vermem lazımdı buna. Ne yani, bütün bir gece nasıl vicdansızlaştığımızı mı anlatacaktım? Kötü olanı herkes görüyordu zaten, kötülükler karşısında çarelerimiz olmalıydı bu yüzden. Bir ülkenin tarihini bilmek gibiydi anlattıklarım. Geleceğe odaklanmalıydı bakışlarım. Madem kötülük karşısında söyleyecek sözlerim vardı, hikaye anlatmamalı, ileriye yatırım yapmalıydım.


Sahi, geçmişi bilinmeden geleceğe nasıl adım atardım?


"Başımız sağ olur muydu bundan böyle? Vicdanlarımız ölmüştü bir kere..."

Beynimde yankılanan bir soru sonrası, yeni bir soruya daha kucak açma faslı... Geçmişi eklemeden kurulan bir geleceğin, eksik olma kaygısı... Ölmüş vicdanlardan geriye hangi geçmiş kaldı ki bize? İşte... Geride bıraktığımız hayati parçalarımızın başı sağ olmayan gelecekleri de böyle. Kalemin de dediği gibi; vicdanlarımız ölmüştü bir kere.

Güvenilir mi bundan böyle, kalbi durmuş bir geleceğe?

"Yolumuz vardı upuzun ve zorlu. Yürümeliydik, ne olursa olsun o yolu. Ne yapalım, ölenle ölünmezdi sonuçta. Gömdük vicdanlarımızı, bulduğumuz ilk derin çukura. Üstelik, kemikleri dahi kalmamıştı biz fark edene dek. Gıyabında döktük timsah gözyaşlarımızı. Ayrıldık içimizdeki mezarlıktan, beraberimizde götürdük yalnızlığımızı."

Tam da burada buluyordu yazar ruhum kendini. Önce, karmaşalarından arınmaya başladığı için bi' gülümsedi. Sonra, yeniden buruklaştı ölen vicdanların yasını tutar gibi. Ne yana dönse şiddetli yumruklar iniyordu kelimelerine. 


Toprağa gömülmüş vicdanlar ve vicdansız yaşama yetisi kalmıştı meğer, insanoğlundan geriye.


"Vicdansız sıfatına uygundu artık yeni hallerimiz. Biri arkamızdan böyle seslense, dönüp bakacaktık; farkında olmadan, istemsiz... Öyle ya, hayat devam ediyordu sonuçta. Vicdanlı olsa da aynıydı zaman, vicdansız olsa da..."

Zaman, insanlar kadar vicdansız değildi oysa.


"Devam eden hayata karışmamız, vicdanımızı gömdüğümüz süreden daha kısa sürdü. Hayat hem karmaşıktı, hem de içine karışması en kolay olandı. Bir girdaba benzerdi nefes almak, sürüklendiği yere ışık hızında giderdi insan. Bizler de bu sonsuz hızın akışına kapıldık. En vicdansız hallerimizle hem de... Nereye dokunduysak izimizi bıraktık orada. Nefesimizi gerekenden fazla aldık hatta. Yetmedi, daha fazlasını istedik her şeyin. Bir başkasının nefesine göz dikecek kadar betonermeydi yapısı kalplerimizin. İçimizde depremler olsa, kolonlar bizim altımızda kalırdı. Vicdansızlık, ölürken dahi üste çıkardı."

Hüzünlendi ve hırslandı iç sesim. Buraya kadar yazdığım ve ne idüğü belirsiz bir yazıydı geçmişim, geleceğim... Evet, şimdi şimdi keşfediyordum; bu döngüye -istesem de istemesem de- ben de dahil oluyordum. Vicdansızlık girdabına kaç kere dahil olduğumu hatırladım, utandım.

Daha bi' hırsla ve vicdanımdan özür dilercesine yazdım.


"Bu heybetli hallerimiz çok uzun sürmeyecekti. Fazladan her bir nefesin hesabı sorulmaz mıydı sanki? Hesaplarda fesata alışmıştık gerçi, her sorguya karıştıracak yalanlarımız olacaktı illa ki. Ne de olsa raconu vardı yaşamanın, ama yalan ama gerçek. Önemli olan işini yüzdürebilmek... Önemli olan her gün bir nefes daha fazla alabilmek! Ya da hayır, bir nefes yetmezdi biz gibilere. Her gün daha fazla nefes çalmalıydık elbette! Aksi takdirde, vicdan katili olmamız ne işe yarardı?

Ruhlarımızdaki kan izleri boşuna mı kırmızıydı?"

Kalbimi yokladım, dişlerimde kan kokusu... Yapılmış tüm kötülüklerden, herkes sorumluydu. Topluca öldürdüğümüz vicdanlardan -varsa- arda kalanlar, onlara iyilik diyorduk ve devam ediyordu yalanlar. Ürperdim, gece ısınmıştı oysa. Kan kokusu soğuktu, yapışıyordu yakama. Bir deprem oldu, birkaç bina yıkıldı, insanlar altında kaldı ve ben vicdanlarımızı diriltmeye çalıştım. 


Başaramadım.


Hem anlaşılmaz olmuştum, hem de başarısız... 

Hiçbir katil toprağa gönderdiğini topraktan almaya çalışmazdı; ben en azından denedim. Denemeyenlerin vicdanları için anlamsız sözler söyledim. Sonra, sevgilim yaklaştı ruhuma. 


"Bunu sen yazmamış olsan, iki dakika sonra bırakırdım yazıyı." dedi bana.


Sildim tüm vicdan tarihini. Tüm savaşlar arşivlendi ve dökülen kanlar temizlendi.


Gerçekten temiz miydik şimdi?


Olamazdık. 

Sırf bu yüzden bir yere kaydettim saçma kelimelerle dolu o sekiz paragrafı. Ve o sekiz paragraf bugün can bulacaktı. 


Şimdi bugün, bir kere daha bakıyorum da, tarihte ne olduğu değil gelecekte ne olacağına odaklanmış insanlar. Oysa geleceği yaşarken tarihin uzantısını soluduğumuzu bilmiyorlar.


Bu yüzden siliniyor kimi paragraflar.


Altına da not düşüyor yazarlar, buruk bir veda gibi:


'Okuyucu Bunu Beğenmedi.'



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets