14 Mart 2012 Çarşamba

Her Şey Shakespeare'in Başının Altından Çıktı

www.tips-fb.com






"Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama / Seni yalnız komak var, o koyuyor adama." 









Ruhumun duraklama dönemlerinde olduğu şu günlerde, dış dünyadan alabildiğine kopuk bir haldeyim. 


Evde oturup film izlemek en büyük keyfim. Bi' heves başladığım sporu da feci halde ihmal etmekteyim. Lakin bu miskin ve tembel hallerim tuhaf bir haz veriyor bana. Gariptir, tembel olabildiğim ölçüde mutlu oluyorum bazen. Sanırım bunun sebebi, çalışkan olabildiğim alanların beni mutlu etmiyor olması. 


Ayağa kalkıp hareketlensem, yapacağım şeyler sınırlı. 


Üstelik hepsi bir çuval yük gibi omuzlarıma asılı. 


Ne zaman ki eve kapattım kendimi, o zaman o hantal çuvallardan kurtuluyor gibiyim. Biliyorum, bu benim beynimde yarattığım eserim. Ne kadar kabuğuma çekilirsem, o kadar ağırlaşıyor yüklerim. Kendimle dalga geçebiliyorum ama bu yaşadığım bir tür trajedi aslında. Bu sebeptendir ki fazla kafa yormak işe yaramayacaktır asla. Elbet benim de ruhuma dokunan bir şeyler olur bir gün. İyisi mi bu yazının asıl amacına geleyim ben. 


Uzaklaşalım gerçek dünyadan ve masal dünyasına geçelim şiirlerin içinden.


Geçenlerde -miskin hallerimin bende oluşturduğu yüksek istek sonucu- Ortaçağ filmleri avına çıktım. Önce -ev arkadaşımın tavsiyesiyle- Aşk ve Gurur'u izledim. Allah'ım nasıl da etkilendim! Koca film boyunca hiçbir aşık kadın, hiçbir aşık erkekle temas dahi etmedi. Mucize gibi! Eski zaman aşklarının masumiyeti sanırım bu nüansta gizli.


Film sonrası Ortaçağ Avrupası'ndan çıkmam imkansızdı. Süregelen devre geri dönemiyordum, sanki zaman makinemde teknik aksaklıklar yaşandı. Çakma mühendis hallerim hayali makineleri dahi tamir edemeyince, dönmek için ısrar etmenin anlamsız olduğunu anladım. Şansımı hiç zorlamadım ve büyük bir keyifle kendimi Aşık Shakespeare'in kollarına bıraktım. (Shakespeare yazmak ne zor iş tanrım!)


Film beni Joseph Fiennes ve William Shakespeare ile tanıştırdı diyebilirim. Joseph Fiennes adeta İngiliz yapımı bir Doğuş! Onu Aşık Shakespeare ile tanımış olmam, film kültürü açısından ne kadar zayıf olduğumun da bir tür ispatı. Filmde Shakespeare'i oynuyor olması rahmetli(!)yi daha bi' merak etmeme sebebiyet verdi. İsmen elbette biliyordum ünlü şairi. Lakin aşk hayatı ve komedi yazarlığı açısından yoktu tek bir fikrim dahi.


"Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız."


Bu meşhur Shakespeare sözü nasıl da masalsıydı oysa. Etkilendiğim bir söz olmasının yanısıra içine işleyemediğim de bir sözmüş aslında. Zira William Shakespeare sadece Romeo ve Juliet kadar değilmiş. Soneleri, oyunları ve hikayeleri de insanı baştan çıkaracak kadar etkiliymiş. 


26 yaşıma günler kala bunu keşfetmek bir özür müdür acaba? 


Yahut kendi şairlerini tanımayan bir gençliğin yabancı özentiliğine olan tepkim miydi bu aslında? 


Bence ikincisi ama... 


Sizin aklınıza ne gelirse artık; hepsi benim için -nasılsa- muamma.  


Yaklaşık 26 yıl sonunda, 66. Sone ile tanıştım mesela. Shakespeare'in sınırsız hayal dünyasının tadına vardım, onunla sohbet ettim bulutlarda. Meğer onun dostları bildiğimden de fazlaymış. 


Ve kelimeler hangi dilde söylenirse söylensin, verdiği duygu hep aynı kalırmış.


66. Sone Türkçe'ye her çevrildiğinde bu tezim adeta bir kere daha kanıtlanmış.


Bahsini ettiğim Sone'nin ünlü şairin kaleminden çıkmış orijinal hali şöyle:



"Tired with all these, for restful death I cry,
As, to behold desert a beggar born, 

And needy nothing trimm'd in jollity, 
And purest faith unhappily forsworn, 
And guilded honour shamefully misplaced, 
And maiden virtue rudely strumpeted, 
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled, 
And art made tongue-tied by authority, 
And folly doctor-like controlling skill, 
And simple truth miscall'd simplicity, 
And captive good attending captain ill: 
   Tired with all these, from these would I be gone,
   Save that, to die, I leave my love alone."


Anladım ki 66. Sone, aradan geçen yıllara rağmen hep aynı şikayetleri iletiyor evrene. Ta o zamanlar da aynıymış hayat, şimdi de... Tabii bu ayrımı yapabilmek için bu soneyi anlamak en önemlisi. İşte paragraflardır kalemimde dönen nokta, tam da burası. 66. Sone ve Türkçe çevirileri... Özellikle son iki cümle -resmen- benden aldı beni.

İlk olarak usta kalem Can Yücel'in yorumu... İngiliz kültürü ve söylemini tepetaklak eden ve tamamen kendi tarzını, Türk kokusunu dizelere iliştiren usta, birçok eleştiri almış bu çalışmasıyla.

"Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama / Seni yalnız komak var, o koyuyor adama." 

Sonraki 66. Sone son iki dize çevirisi Bülent-Saadet Bozkurt ikilisine ait. Okuyucuya verilmek istenen hâlâ aynı, lakin cümleler alabildiğine farklı.

"Bezdim işte bunlardan, hiç durmam bana kalsa / Ölmek, sevdiğini bir başına bırakıp gitmek olmasa."

Talat Sait Halman -ki kendisi Shakespeare'nin tüm sonelerini tek tek çevirmiş olan isimdir- daha yalın ve daha kısa bir anlatım tercih etmiş. Onun 66. Sone yorumu ise şöyle:

"Bıktım artık dünyadan ben kalıcı değilim / Gel gör ki ölüp gitsem, yalnız kalır sevgilim." 

Bir diğer çeviri ise İsmail Haydar Aksoy tarafından yapılmış. Bu isim, sanki Shakespeare'e bağlı kalmak için ahengi ikinci planda bırakmış. 

"Bıktım tüm bunlardan, dünyayı bırakmak isterdim / Ölmek bir şey değil, sevdiğimi yalnız bırakabilseydim." 

Ve bulabildiğim son çeviri huzurlarınızda. Mami Daçka imzası taşıyor altında.

"Çekip gitmeli, yaşanmaz oldu bu şerefsiz dünyada / Ah bi' çare, nasıl ölmeli aşkım ağlarken arkamda?"

Bu dizeleri defalarca okuduktan sonra şöyle bir not düştüm bir kenara: 66. Sone'nin birçok çevirisi yapılmış. Her biri 'ayrı' bi' ahenkte, her biri 'aynı' kapıya çıkıyor. Ama Can Yücel'inki... Resmen yakıyor! 

Can Yücel'in yorumuyla 66. Sone'nin tamamı ise aşağıda. Bakın, nasıl da güzel anlatmış Shakespeare cümlelerini büyük usta: 



"Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. 

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, 

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, 

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, 
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, 
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, 
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, 
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, 
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, 
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, 
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e 
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, 
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama."  

Shakespeare'i keşfedişimin tek yararı, Can Yücel'e bir kere daha hayran olmuş olmam değil elbette. Öyle ki Shakespeare üzerinden Can Yücel'e prim yaptırmam hiç de adil olmaz. Lakin bu karmaşık ve derme çatma yazı çok daha tuhaf bir yere kapı açtı. Miskin ve tembel olmakla ilgili, edebi bir yere vardım gibi.

Madem ben tembelim neden İngilizce çevirileri incelemekten bıkmıyorum mesela?

Madem ben tembelim, neden şiirlerden sıkılmıyorum sonra?

Ve madem hepimizin üstüne serpilmiş bi' ölü toprağı var... neden özlediklerimizin peşinden gitmiyoruz hâlâ?

Ve neden Can Yücel gibi olmuyoruz; neden doğru bildiğimizden kaçıyoruz hayallerimizden uzaklaşma pahasına?

66. Sone şahane bir eser olması ve defalarca çevirisi yapılmasının yanı sıra, olmadık duygular yaşattı bana. Can Yücel'in çeviri yapamamakla suçlanmasına sebep olan dizeler, beni bir kere daha hayran bıraktı ona. Çünkü büyük usta, bildiğinden şaşmamıştı asla. İçinden geleni yazmıştı, Shakespeare'in vermek istediğini de gayet hoş bir üslupla okuyucuya aktarmıştı. Üstelik kişi nasıl anlatırsa anlatsın kendini, önemli olan içerikti. 

Herkes karşısındakinin anladığı kadar şairdi.

Ve herkes kendini anlatabildiği kadar bilinecekti.


İşte bu miskin zamanlarımda böyle detaylara dalıyorum. Yalnızlığımda kavrulduğumu sananlar yanılıyor, ben içimde kalabalık savaşlar veriyorum. 66. Sone'yi okuyup tercihlerimi sorguluyorum. Shakespeare'i okuyup Can Yücel'e hayran oluyorum. Kelimeleri irdeliyor, günde üç öğün şiir okuyorum.

Shakespeare 66. Sone'yi yazarken bende yarattığı enteresan etkiyi tahmin edebilir miydi bilmiyorum ama...

Bu yazı sandığımdan da karmaşık oldu galiba.

İşte böyleyim ben şu sıra.

Aklım benden alabildiğine uzakta.

Ve hâlâ inanıyorum -her şeye rağmen- masallara.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets