17 Temmuz 2011 Pazar

Son Kullanma Tarihi Geçmiş Sıfır Kilometre Hayaller

www.tips-fb.com




O akşam üstü tüm hayaller, bir tren istasyonunda dağıtıma çıkmıştı. Bilmeyen ne çok kişi vardı: Hayatın hayalleri kime ve nerede pay edeceği asla belli olmazdı.







Eliyle alnına düşen birkaç tel saçı geriye attı genç kadın usulca. En az hayat kadar inatçıydı saç telleri, kıpırdamıyordu biri bile; umarsızca. Oysa, bu bile tüketiyordu onu içten içe. Şu koca dünya üzerinde o, bir bezelye tanesinden farksızdı madem, onun bir tel saçı ne kadar değerli olabilirdi ki? Hayatın karmaşıklığı içinde hissedilmeyecek kadar değersiz olan bir tek saç teli bile, onu umursamıyordu şimdilerde. Düşünmedi daha fazla. Ani bir hareketle kopardı attı saç telini, fırlatabildiği en uzağa. Hiç değilse bir bir hayatından çıkarabilecekti şimdi, onu yoran her şeyi. Hayat bu kadar acımasızdı işte, bazen iyileşmek için en çok sevilen şeylerden vazgeçmek gerekirdi.


Yan tarafındaki bankta onu izlemekte olan yabancı, kadını deli sandı. Bir deliyi bu kadar yakından gözlemlemek eğlenceli olabilirdi. Bu düşünceler eşliğinde, elinde tuttuğu kitabı çantasına koydu genç adam ve arkaya attığı vakit yeniden önüne düşen tüm saç tellerini bir bir koparan kadını seyre daldı. Kim bilir, belki de bunu tezinde kullanabilirdi. Hayat bu kadar eğlenceliydi işte, kimi sınavlar olmadık zamanlarda olmadık yerlerde verilirdi.


"Tren istasyonu günlerdir bu kadar sakin değildi, bugün acaba hangi dağda kurt öldü?" diye söylendi kendi kendine, göbekli istasyon memuru. Gözü takılmıştı, tam karşı bankta oturmakta olan tuhaf delikanlıya. Genç, bir tür deli olmalıydı. Dakikalardır aynı yere bakan birinin normal olma olasılığı var mıydı? Önünde duran gazetesine göz atıyormuş gibi yapıyordu memur, oysa ne yazdığını dahi bilmiyordu. Göz ucuyla, hareketsizce aynı noktaya bakmakta olan genci süzüyordu. Belki de bir an önce emekliliğini istemeliydi, artık vakit gelmişti. Zira böylesine sakin günlerde bu istasyona birkaç deliden başkası uğramazdı. Ayvalık'tan bir ev alıp, daha normal bir hayat yaşamalıydı. Gülümsedi. Hayat bu kadar hızlıydı işte, hiç beklenmedik anlarda beklenmedik kararlar aldırırdı insana.


~


Genç kadın ağlamaya başladı. Oysa ne çok hayali vardı. Hiçbiri gerçekleşmemişti ve hepsi hiç kullanılmadan ikinci el muamelesi görmüştü. Her geçen gün azalmıştı hayallerinin sayısı, gerçekleşmeyeceğine inandıkça daha az hayal kurmaya başlamıştı. Halbuki yok pahasına sattığı hayalleri, asla sanıldığı kadar ucuz olmamıştı. Şimdi, ceplerinde taşıdığı hayal kırıklıkları mıydı, sıfır kilometre hayallerine biçilen değer? Öyle olmalıydı. Aksi takdirde böyle güzel bir kadının, nereye gittiğini bilmediği bir trene binip hayallerinden uzaklaşmaya çalışması başka bir şey ile açıklanamazdı.


Ağlamakta olan kadının geçmişinde saklı acıları tahmin etmeye çalışmak, tuhaf bir haz veriyordu genç adama. Aldatan bir eş, ani gelen iflas, çocuk sahibi olamamak, ya da evden kaçmak... Hangisiydi şimdi bu kadını ağlatan? Hoş, mecbur muydu her deli aklını alan geçmişine kahkaha ile nispet yapmaya? Akılsız bir başa hapsolmuş gözler de ağlayabilirdi pekalâ. Hiç kıpırdamadan birkaç dakika daha izleyebilirse bu genç kadını, Amerika'ya yüksek lisans için gitmesine olanak sağlayacak o tezi en kısa zamanda yazardı. Heyecanını dahi sakladı genç adam. Zira kadını ürkütmemesi lazımdı.


İstasyon memuru, dakikalardır kıpırdamadan oturmakta olan genç adamdan gözünü bir dakika dahi ayırmamıştı. Kendince üzülüyordu bu gence, bu yaşta böylesine çıldıracak -acaba- ne yaşamıştı? Kendi gençliğini düşündü ve gülümsedi istemsiz. Sahi, karısıyla tanıştığında bu yaşlardaydı değil mi? Birden karşısındaki duvarın üzerine iliştirilmiş aynada kendi yüzünü gördü. Yalnızdı odasında ve gülümsüyordu. Acaba onu birisi izliyor olsa, hakkında ne düşünürdü? Kendi kendine gülümsemekte olan birini gören hangimiz, onun akıl sağlığından şüphe etmedik ki? Toparlandı emektar memur bunları düşünerek. Akıllı biri gibi davranması gerekti. Aksi takdirde karşısında oturmakta olan zavallı deliden ne farkı kalırdı ki?


~


O akşam üstü, o tren istasyonunda üç kişi vardı. O gün, normal günlerden farklıydı. Her günün aksine, istasyona bir tek deli dahi uğramamıştı. Lakin tuhaf bir döngü içinde herkes birbirini deli sanmıştı. Saç tellerine sinirlenip onları tek tek yolmakta olan genç kadın, odasında kendi kendine gülümseyen istasyon memurunu görünce ürküp, gelmesine henüz bir saat olan trene binmekten vazgeçmişti. Zira bu adam aklını yitirmişe benziyordu, onunla aynı ortamda daha fazla bekleyemezdi. Hem zaten, uzun zamandır hayalini kurduğu işi alamamış olması neyi değiştirirdi ki? Haline şükretmeliydi. En azından akıl sağlığı yerindeydi. Ya şu zavallı memur gibi, delirmiş olsaydı? Gitmekten vazgeçti. Kalıp, mücadele etmeye karar verdi.


Kadın gittikten sonra minik defterine şöyle yazdı psikoloji öğrencisi genç adam: "Onu terk eden sevgilisinin yahut yaşadığı korkunç tecavüzün izlerini silmek ister gibi, ona masumca dokunulan ilk yerden; saçlarından yok etmeye başladı kendini." Tezinde bu cümleyi kullanacaktı, daha iyisini kimse yazamazdı. Hocalarını etkileyecekti bu, günlük hayatında dahi insanları analiz etmeye çalışan biri olduğunu gösterecekti. Böylece hep hayalini kurduğu o programa kaydını yaptırabilir, Amerika'da yaşayabilirdi. Ona her daim soğuk duran amcasını ziyaret etmek için çıkmayı planladığı tren yolculuğundan vazgeçti ve kaldığı öğrenci evine dönmek için istasyondan ayrıldı. Ne de olsa hayat ona, ilham perilerini ayak üstü yollamıştı.


"Nereye gittiğini biliyor mu acaba?" diye geçirdi içinden istasyon memuru, dakikalardır oturduğu banktan aniden kalkıp koşarak istasyonu terk eden gencin arkasından. Hemen hemen bu gencin yaşında bir oğlu vardı onun da ve gazeteci olmak istediği için araları açılmıştı zamanında. Neredeyse hiç konuşmamıştı baba-oğul bu zaman zarfında ve ikisi de yeterince inatçıydı. Oğlunun mühendis olmasını ne çok istemişti. Oğlu üzerine kurduğu hayallerinin -neredeyse- hiçbiri gerçekleşmemişti. Burnunun direği sızladı emektar memurun, oğlunu özlediğini anladı. Belki de onun o taze hayallerini desteklemeliydi, sonuçta hayaller her zaman birinci el olmayabiliyordu. Düşündü ve bulamadı; kaç zamandır ikinci yahut üçüncü el hayallerle avunuyordu? Bu yüzden miydi oğluna tepkisi, hiç kullanılmamış tüm hayalleri oğlu adına kurduğundan mı kendi hayalleri tükenmişti? Öyle uzun zaman olmuştu ki bu durumu irdelemeyeli, birkaç saniye koca bir hayatı sorgulayacak kadar genişti şimdi. Elini telefona götürdü ve oğlunun numarasını tuşladı. Biraz sonra dışarıdan onu izliyor olsaydı birileri, göbekli istasyon memurunun hayatının en mutlu anını yaşıyor olduğunu anında fark ederdi.


~


Saat 18.25'te geldi, 18.00 treni. Kaç kişinin ömründen çalmıştı, kaç kişinin hayallerini ertelemeye almıştı; hiç önemsemedi. Lakin o akşam üstü, en azından 3 kişi bu trene hiç binmedi. Ve en azından o akşam üstü 3 kişi, aslında olmayan şeylere inanarak, bu zamana dek yaşadıkları gerçeklere oranla daha çok şey öğrenmişti. 


Çünkü sıfır kilometre hayallerin ardından, her zaman gerçeklerle gidilmezdi. 


En azından 3 kişi, o akşam üstü bunu deneyimledi. Fakat gerçek mutluluğa yanılsamalarla gidildiğini 3'ü de asla bilemedi.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets