1 Haziran 2011 Çarşamba

İstanbul'dan Yapma Sihirli Sahne

www.tips-fb.com




"Çok kalabalık mı?"
"Binlerce hayranın sabırsızlıkla seni bekliyor."
"Titriyorum."
"Her zamankinden daha iyi olacak. İnan bana."
"Gelmiş mi peki?"
"Gelmiş."
 







Gözü alabildiğine uzağa odaklanmıştı. Kalabalığın sadece görebildiği kadarının heyecanı taşarken yüreğinden, o soğuk yüzlü bir yıldızı oynuyordu ılık bir İstanbul gecesinde. Sahnede hayranlarıyla sevişecekti belki de birazdan, ten tene değmeden hem de. Hiç öpmediği erkekler mutlu olacaktı dansıyla, dokunamadıkları her bir zerresini izleyeceklerdi büyük bir istekle. Fakat şimdi anlamı yoktu hiçbirinin. Şimdi, İstanbul'u sarhoş etme vaktiydi.

Son nefesiymişçesine çekti içine tüm havayı. Sanki bir daha tekrarı olmayacaktı bunun ve nefes almaya doyamayacaktı. Öyle hissediyordu. Ne zaman bu şehirde sahneye çıksa, titrerdi. Neden bilinmez, elinde değildi. Yine titriyor olması, bu şehirden sebep miydi? Yüzü İstanbul'a dönük, yeni bir nefes daha aldı ve koca bir okyanusa dalar gibi kendini sahneye bıraktı.

Karanlık bir boşluk duruyordu tam karşısında ve zincire vuruluyordu şehrin tüm ışıkları. Herkes meraktan boğulurcasına bekliyordu olacakları. Tutulmuş nefeslerden o sorumluydu bu gece. Birkaç adım attı ve işte... Provada planladıkları gibi sahnenin tam ortasına gelmişti bile. Elinde mikrofonu, üzerinde mini eteği ve heyecandan çırpınan kalbi... Üçü bir olmuş, karanlığın ortasında bir dehlize doğru ilerliyordu. Kalbi onu en zorlayan şey olsa da, İstanbul'a karşı onu bu defa savunmasız bırakmamıştı galiba. İstanbul karşısındaydı yeniden ve bu kez bir fark vardı eskiyle yeni arasında:

İlk kez yalnız değildi bu koca şehir karşısında.

Sahneye çıktığında yer yerinden oynuyordu adeta. Koca şehir sallanıyordu; bir o dimdikti, bir o ayakta... Böyle durmayı öğrendiği hiçbir kitaba minnet borcu yoktu sanki. Sanki tüm bu gurur doğuştan geliyordu ona.

Gururu, bu şehrin karşısında güç naraları atan ruhunun eseriydi. Şimdi karşısında duran, zamanında kırık kanatlarını bırakıp terk ettiği şehir değil miydi? Işıl ışıl sahnede sadece o rengârenkti sanki. İstanbul’dan daha fazla ışık saçıyordu etrafına. Bu ne büyük gurur! Tüm ışıklardan uzakta ve yine İstanbul'da... Buruk fakat çapkın bir gülümseme yer aldı suratında. İstanbul ve karanlık ne ayrılmaz bir çift olmuştu zamanla. Ve nefesine değerken mikrofonu, merak ediyordu; dudaklarından dökülmeye başlayan şarkı kadar derin miydi bu şehrin suları hâlâ? 

"Sensiz gelen ölümün sonsuz cehennemi var,
Hasretten perdeleri araladım azar azar.
Bu şehir beni yakar, bu şehir ölüm kadar.
Her duamda sen vardın, gönlüm yalnız sana kul,
Benden aldıklarınla mutlu musun İstanbul?"
 

Şehrin en büyük barında, kocaman bir sahnede ve çığlıklar eşliğinde başladığı şarkıda yeniden yaşıyordu kendini. Canlı yayın yapan televizyon kanalları kıyafetinden bahsediyor gibiydi. Ya da o öyle hissediyordu, emin olamıyordu. Beyazlar içinde, sırf bu konser için bestelediği şarkısını söylüyordu. Hareketsiz bedeni yavaş yavaş sakinleşiyordu müziğin sükûnete benzer burukluğuyla. Gözyaşlarına yasaklarını sıralıyordu ara ara. Sınırları aşmak yasaktı onlara bu gece. Bu gece, zayıf olmak yasaktı tüm bedenine.

Şarkının giriş kısmını tamamladığında yükselen müzikle açtı gözlerini. Gözleri, kalabalığın üzerinde gezinmeye başlayan ışıklar gibiydi. Zamanında bu şehirde bıraktığı anılarını arıyordu aslında yahut o anıları bir bir kaybedeni... Gözleri kapalı, şarkısını söylerken sahnenin etrafına saçılan şöhret perileri gibi saçmıştı o da bir zamanlar yüreğini. Ve toplayamamıştı bir daha.

Şarkısı için yükselen çığlıklar ve alkışlarla daha bir sağlam basmaya başlamıştı yere. Yer altından kaysa şimdi, sendelemezdi bile. Böylesine güçlenmek için harcadığı tüm zamana gururla borcunu ödüyor gibiydi. Şarkının ikinci kısmına geçmeden önce iyi gelmişti bu öz güven. Zira gözleri aradığını bulmuştu şimdi. Tam karşıda, bakışlarını ona kilitlemiş halde izliyordu o güzelliği. Tıpkı ona kal demediği gün, aynı güzelliğin onda kilitli kaldığı gibi...

"Kim suçlu bilemedim, sen mi bu şehir mi?
Yüreğin kiralık aşklara emanetti.
Kaç günlük sevebildin, kaç günde sildin beni?
Gözlerindeki denizde şimdi git kendin boğul,
Bir daha sevmem seni, sevmem artık İstanbul!"
 

Tüm hıncı sahneye yansımıştı, şarkının sonunda bateristle birlikte üzerine bastığı kelimeleri vardı. İzleyiciden aldığı olağanüstü tepkiler kimin umrundaydı? Sözde İstanbul’a kustuğu nefretini İstanbul gereken yüreğe iletecekti nasıl olsa. Bu gece ona kuryeydi bu koca şehir, zamanında ondan aldıklarının bedeli, bu olurdu olsa olsa.

Ya da hayır, bu kadar değildi hepsi. Yeni olan her şey utanmalıydı kendinden, yeniliğin hakkını veremediğinden. Utanmalıydı eski aşk, ona böylesine şarkılar yazdıracak kadar canını yakabildiğinden. Ve utanmalıydı İstanbul, onu bunca büyülediğinden ve büyüsünü kullanıp üzdüğünden.

Biraz sonra üzerinden şuh bir edayla fırlatıp attığı askılı T-Shirt'ü ve mini eteği kadar hafif ve yerden kesilmiş haldeydi ayakları. Sahnedeydi şimdi; o, dantel iç çamaşırı, bacaklarını sarmalayan file çorapları ve seksi topuklu ayakkabıları... Binlerce insan çığlıklarına hâkim olamazken, bu zamana kadar denenmemiş bir şeyi denemekti amacı. Sahneye çıkarken tek bir şey sayıklayışı da bu yüzdendi. 

Bu gece İstanbul’u sarhoş etmesi gerekti.

Yarı çıplak vücudunun tüm cesaretini sahnenin ucuna iliştirdi usulca. Gözleri her göze değiyordu tek tek, onun gözleri dışında. Gözlerinin dalgasında yeniden boğulmaya takati kalmadığındandı bu yaptığı aslında ama bunu göstermeyecek kadar güçlüydü artık. Ne de olsa acılara alışmıştı eski çocukluğu. 

Sahnenin ucunda yarı çıplak dans ediyordu, artık ayakları yere basan kadın ruhu.

Onu seyredenlere bu gece tüm cüretkârlığını sunacaktı. Sahnenin her iki ucunda bulunan kolonlardan birine doğru yaklaştı. Kalçalarını soğuk kolonlara dayadı ve onu soluksuz izleyen insanlara en hafifmeşrep gülümsemesini yolladı. Hafifçe aşağıya doğru süzülüyordu soğuk duvardan. Ve dansını nefessiz izleyen kalabalığın çığlıklarına bırakıyordu kendini, feyzalıyordu onlardan.

Sahneyi kaplayan kırmızı ışıkta daha bir seksi görünüyordu şimdi. Önünde duran binlerce hayranı alkış tufanında sürükleniyor gibiydi. Son bir nefes alıp saçlarını şuh bir edayla geriye attı. Ve sahnenin en ucuna -en seksi haliyle sürüklenerek- gelip yavaşça ayağa kalktı.





Çok değil, birkaç saniye sonra konserden canlı yayın yapan televizyon kanalının sunucusu son bir gayretle anlatıyordu olanları:

"İnanılır gibi değil! Butterfly dev makinelerden üzerine boşaltılan sihirli bir parfümle tüm izleyenleri kendine âşık etti!” 

Normalde mükemmel göründüğünü biliyor olsa bile, bu şehri sarhoş etmek için gerek vardı bu sihirli parfüme. O, dansına devam ederken parfüm kokuları arasında, hayranları delirmek üzereydi adeta. Sahneye çılgınca saldıran insanları fark edemeyecek kadar kendinden geçmiş güvenlik görevlileri de dâhil, barda bulunan herkes gözlerini dikmişti vücuduna. Buram buram aşk kokmak böyleydi işte. Bir yürekten çıkıp bin yüreğe girebilmekti belki de.

Üzerindeki o tarifsiz koku tüm bara yayıldıktan hemen sonra karşı koyulmaz seksapalitesine çıldıran insanlar, şimdi dünyayı unutmuş haldeydiler. Güvenlik şeridini geçmek için kendini oradan oraya atanlardan tutun da ona dokunabilmek için birbirini ezmekten çekinmeyenlere kadar her tür kendini kaybetmişlik mevcuttu şimdi barda. Aldırmıyordu tüm olanlara. Bedenini bu gece kaybedeceğini bilse de vazgeçmeyecekti asla ve ulaşacaktı bu şovun sonuna.

Mahşer gününü andıran kalabalığa döndü arkasını. Hafifçe öne eğildi ve yavaş yavaş çıkardı file çoraplarını. Arkasında, basit bir çorap için katil olmayı göze alabilecek insanlar vardı. Bu daha da heyecan veriyordu ona. Nereye gittiğini umursamadan, fırlattı çoraplarını hayranlarına.

Gözü dönmüş kalabalığın arasında paramparça olmuş çorap parçaları, dünyadaki en kıymetli şeylerden daha bir kıymetliydi şimdi. Hangi paha biçilemez antika yahut hazine bu insanlara dur diyebilirdi ki? Bunu bilmenin keyfiyle başıboş bırakmıştı kıvranan bedenini.

En önden onu izleyen ve bir taraftan da bedenine dokunmak için deliren mükemmel görünüşlü yakışıklıya dikti çapkın bakışlarını. Şimdi sahnede bir Butterfly vardı, bir o yakışıklı vardı. Önüne uzandı ani bir hamleyle. Sarı saçları dökülürken yüzünden, terine karışmıştı bukleleri tel tel. Buram buram parfüm kokan teninde gezdirdi ellerini. Ona dokunmak isteyen binlercesine nispet yaparcasına, yeniden keşfe çıkmıştı bedenini. Yakışıklı gencin dudaklarına doğru uzandı sonra. Put gibiydi genç adam, dünya yıkılsa duyuramazdı kimse ona. Elindeki birayı aldı Butterfly usulca. Ve hiç düşünmeden buluşturdu içeceği dudaklarıyla.

Uğultuyla karışık bir ses yükseliyordu. Bu ne bir çeşit avdı, ne de kıyamet kopuyordu. Bu çıldırmışlığın tek sebebi parfüm kokan varlığıydı, evet. Bas gitarın tellerine aşina bir rock konserinde, pop müzik ruhu taşıyan varlığını hediye ediyordu, yalancı bir parfümle gözü boyanmış kölelerine. Ama şimdi bir de kıymete binen bir bardak bira vardı. Ne de olsa bu gece o, dudaklarıyla buluşabilmiş ilk şanslıydı.

Konserin sürdüğü mekânda hemen herkes ona tapıyor haldeydi. Tutkuyla öpercesine bira içtiği bardağı kapışmak isteyenlerin çığlıkları, arka planda kaybolmaya yüz tutmuş müzikten daha fazla etkiliyordu bedenini. Biraz sonra birkaç çift elin kontrolsüz dokunuşlarını hissetti vücudunda. Sahneye akın etmeye başlayan ve adeta hipnoz olmuş hayranlarının nefesini şimdi tam da ensesinde hissediyordu. İnanılmaz gecelerin verdiği haz neydi ki onların vücuduna duydukları çılgınca istek yanında? Gözlerini kapattı ve kendini çıldırmış kalabalığın kollarına bıraktı. 

Sahneye akın eden hayranlarını sakinleştirmek grup arkadaşına ve grubun teknik ekibine düşmüştü. Zira bu sihirden bir tek onlar etkilenmemişti. Konser öncesi bir dizi önlem alınmıştı onları korumak için fakat güvenlik görevlilerini uyarmak kimsenin aklına gelmemişti. Belki de böylesi daha iyiydi. Herkes tarafından istenen kadın olmanın zevkini sonuna dek tatmak için, bu bir fırsattı belki.

Bu şovu hazırlayabilmek için haftalarca çalıştığı erotik dansın akışına kendini bıraktığı sırada gözleri onun gözlerine değdi bir anda. Uzaktan bakışlarını delebilen tek erkekti o hâlâ. Lakin herkes önünde diz çökmüş yalvarırken ve tüm kalabalık kadınlığına deli olurken o sessizce izliyordu olanı biteni. Ne yani, parfüm onu etkilememiş miydi?





Gecenin sonunda morarmış vücudu ve dağılmış saçlarıyla Butterfly, lüks soyunma odasındaki aynanın karşısındaydı. Bunun tehlikeli bir şov olacağını herkes biliyordu. Sahnede tenine dokunmak isteyen kalabalığın arasında boğulma tehlikesi geçirdiği gerçeğine rağmen umursamıyordu bedenindeki hırpalanmaları. Hangi darbe, yıllar önce kalbinde açılan yaralar kadar acıtabilirdi ki canını?

"İstersen hastaneye gidelim."
"Hayır, gerek yok."
"Bunu nasıl göze aldığını anlamış değilim. Sağlığını tehlikeye attın."
"Yer gök inledi resmen, yeni bir gösteri hediye ettik müzik dünyasına. Fena mı?"
"Kanayan dudakların öyle demiyor ama?"
 

Çünkü kanayan dudaklarında tek bir isim takılıydı hâlâ.

"Etkilenmedi parfümden. Sence neden?"
"Zaten sana âşık da o yüzden."
 

Kişisel asistanı girdi o sırada odaya. "Gitti." dedi, "Sen sahneden iner inmez, çekip gitti." Butterfly, "Çünkü bu kez oydu -istemeden- gitmesi gereken kişi." diyebildi sadece. Gözyaşları sonsuza dek prangalara vurulacak gibiydi bu gece. Fısıltıya benzer bir ses tonuydu dudaklarından çığlık tadında dökülen ve hiç kimse duymamıştı cümlelerini, ondan başka. Oysa o, için için ve hapsettiği karanlığında yanıyordu, gitmelere terk ettiği sonsuz aşka. 

Bu gece, bu şehirde bir kere daha aşka lanet etti aslında. Vücudunu en cesur haliyle teslim ederken hayranlarına, gözleri onun gözlerine bakmaya çabalıyordu, son defa. Her zaman sahteliğinden yakındığı o parfümle almıştı yılların hıncını. Binlerce insanın ona olan sahte aşkı gibi sahteydi buralara dair anıları. Anılarını yırtıp attı. Ama aradan geçen ölümcül zamanlara rağmen, onu hâlâ içinden atamamıştı. Parfüm büyüsü karıştığında İstanbul büyüsüne, bunu bir kere daha anladı. Hadi Butterfly onu izlemeye gelenleri yaptıkları müziğin –sözde- eksiklerini kapatmak için kendine hayran bıraktı da, bu şehir onu her defasında âşık hissettirirken hangi açığını kapatıyordu acaba?

İstanbul’da verdiği son konser sonrası çalkalanan müzik dünyasına hediyesi olan gösteriye 'Sarhoş Olurken İstanbul' adını koydu. Herkes onu böyle bilsin ve İstanbul’dan başka bir şehirde kullanılmasın diye. 

Zira hiçbir şehir hak etmiyor bunca sahteliği, İstanbul’dan başka. 

Ve Butterfly bir daha inanamayacaktı, İstanbul’da yaşanan hiçbir aşka.



TARİHTEKİ EN ETKİLEYİCİ GÖSTERİLER KİTABI'NDAN



Sarhoş Olurken İstanbul 
Belki de asla kullanmamalıydı o sihirli parfüm, kendi halinde bir İstanbul gecesinde. Hangi bencil beden en az Butterfly kadar istenmeyi hak etmiyor ki? Fakat dikkat edin, sansasyonlu şovunuzun sonunda gözlerinizi soğuk bir hastane odasında açabilirsiniz. Ya da sizi izlemeye gelenlere bir çift tavsiyeniz olsun: Ya ellerinde biralar yerine ipek mendillerle gelsinler konsere, ya da yıllar öncesinden deli gibi aşık olsunlar size. Rüzgârınıza kapılmamaları için bir nedenleri olamaz aksi taktirde.














Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets