17 Mayıs 2012 Perşembe

Hayallerin Sesi

www.tips-fb.com







Onun kendi müziği var demek ki.











Genç kadın yanındakileri susturdu. Parmak ucuyla karşı binayı işaret ediyordu. Bağıra çağıra sohbet eden diğerleri susup kadının gösterdiği yöne baktılar. Yüzlerinde manasız bir merak vardı. Birazdan bu manasızlık yerini huzurlu bir tebessüme bırakacaktı.


-Ne yapıyor o öyle? diye sordu içlerinden biri.
-Dans ediyor, diye cevap verdi bir diğeri.
-E ama müzik falan yok ki?
-Onun kendi müziği var demek ki.


Hava bulutluydu. Biraz sis, koca şehri güçsüz düşürmeye yetmişti. Camdan sessizce karşı binayı izleyen genç adamın içinden geçenler, kendi müziğine duyduğu hasreti anlatır gibiydi. Fısıldadı adam. Bir tek kendisi duyuyor sanarak...


-Bu şehri bir yağmur bir de sis yenebildi.


Bir başka genç adam ona döndü yüzünü. Uykudan uyanmış gibiydi. Elinde tuttuğu çakmağı çaktı birkaç kere. Sanki susmak istiyor ama kendine hakim olamıyordu. Yeniden çaktı. Çakmak yanmadı. "Senin de mi içindeki müzik bitti?" diye geçirdi aklından. Az önce kendi kendine konuşan arkadaşına döndü sonra.


-Bu şehri biz de yenmedik mi?
-Hayır. Ben hep bu şehirde terk edildim. 
-Ama sonra ayakta durmayı başardın.
-Terk edilmek kadar büyük yenilgi var mı be dostum? Sonrasında ayağa kalksan kaç yazar?


Herkes susuyordu. Sanki bir kelime daha atılsa ortaya, kıyamet kopacaktı. Hoş, az önceki zoraki kahkahalardan sonra karşı binada gördükleri hepsine kendi küçük kıyametlerini hatırlatmıştı ya...


Kıvırcık saçlarını toplamak için saçına iliştirdiği yeşil tokasını çıkaran genç kız, hemen arkasındaki sandalyeye bıraktı kendini.



-Yıllardır hiç dans etmedim ben, diye söylendi.
-Ben de, diye cevap verdi bir diğeri. Onun saçları sapsarıydı, tıpkı Güneş gibi.
-Çocukken ne çok dans ederdim. Aynanın karşısında...
-Vantilatörü açardım ben bir de. Saçlarım savrulacaktı illa!






Minicik gülümsedi ikisi. Çocukluğu anımsamak, büyüme hastalığında en iyi terapiydi belli ki.


-Şimdi saçlarım savrulmasın diye topluyorum onları.


Sarışın kız, saçlarındaki sarı tokayı çıkardı. Sonra kızıl ve kısa saçlı olan da başındaki tel tokaları söktü yavaşça. Neydi onları bu kadar sıkan Allah aşkına?


Bir iş merkezinin 8. katında, 2 erkek 3 kadındı onlar aslında. Fakat az önce karşı binada gördükleri karşısında cinsiyetleri sorgulanmayan 5 tane çocuk haline gelmişlerdi bir anda.


-Ne dersiniz, bugün çok mu yorulduk acaba? 


Boynundaki kıravatı çıkarmaya çalışıyordu, hep aynı şehirde terk edilen adam. Takım elbisesinin ceketini ve belindeki kemeri de çıkarmıştı az önce. Üzerinde ne varsa çıkarmak istiyordu. İlk doğduğu ana dönerdi hatta, elinden gelse.


Elindeki çakmağa baktı bir kere daha diğeri. Kendisi de artık bu çakmak gibiydi. Sönmüştü içinde olması gereken hevesi, isteği...


-Bugün yorulmadık bence, diye cevap verdi arkadaşına. Yıllardır yorgunuz biz aslında.


Sustu hepsi. Saçlarındaki tokaları, boyunlarındaki kıravatları çıkarıp sustular. Sanki sözleşmiş gibi karşı binayı seyre daldılar.


O binadaki balkonda bir erkek çocuk dans ediyordu. Hiç müzik yoktu ve şarkı dahi söylemiyordu. Sadece, gözlerini kapatmış dans ediyordu. Sanki, önünde çıldırmış hayranları vardı ve olduğu yer evinin balkonu değil, hayallerinin sahnesiydi. Sanki gördüğü, onu izleyen o 5 kişinin hayatından daha gerçekti.


Hayallerden öte gerçek yoktu belki.


Biz hayalleri, sözde gerçeklere tercih ederek yapmıştık en büyük ihaneti.


Çoğumuz kendi iç müziğimize kulaklarımızı tıkamıştık. Ve egolarımızın izin verdiği ölçüde yaşamıştık.


Oysa hemen şimdi dans etmeye başlasaydık, çocukken kurduğumuz tüm hayalleri geri kazanırdık.


Yapamadık...







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets