12 Aralık 2011 Pazartesi

Su'dan Mezarlar - 3

www.tips-fb.com




Dünya'nın en çılgın şeyini, aşkı yaşamak için, akıl sağlığı şartı aranıyordu bu zamanda.







"Ben de çok özledim eskiyi.

İçimi açabildiğim tek kişiyi özledim. Karımı, sırdaşımı, ölümsüz dostumu özledim. Ölümsüz evet... Ölsen de, gitsen de unutulmazsın ki hiç. Bir laf vardır; insanlar öldüklerinde unutulmazlar, unutulduklarında ölürler diye...

Ölmedin, ölmeyeceksin bu yüzden sen de...

Rakı ve balık... Ne kadar da konuşmuştuk, anlaşmıştık. Zaten mevsimi de geçti. Sahil de eskidi, sen gittiğinden beri. Güneş doğmuyormuş artık Çamlıca Tepesi'ne, geçenlerde İsmail anlattı yine. Bilirsin, sever İstanbul'dan bahsetmeyi. 

-Yengeme anlatırsın, özlediği gibi değil artık Piyer Loti.

Ben İsmail'in yalancısıyım, o böyle söyledi. Hem zaten, biz bile eskidik; İstanbul hiç eskimez mi?

Öldüğü için özür diler insan. Arkasında asık suratlar, bozuk moraller bıraktıysa, ardındakiler yıkık dökük kaldıysa ve enkazdan ibaretse eski çınarlar, ölümden sebep özür dilenir. Dilenmelidir! Ölmeyi seçene dur demek mümkün değilmiş, şimdi şimdi anlıyorum bunu. Gömleklerimi kolalamayı öğrendim hemen, canavar sodasıyla temizlik yapmayı da... Yemeklerim seninkiler kadar güzel olmuyor henüz, ona da alışacağım zamanla. Yine de sıkma sen canını, başımın çaresine bakma konusunda fena sayılmam zaten. Sen müsait olup ruhunu rüyalarıma gönderene dek kendimi idare edebilirim, gözün arkada kalmasın.
Bu defa ölümü sen seçmedin elbet. Ama olmadı işte. Ölüm, demokratik değil galiba. Bir saltanat misali, her yüreğin tahtına oturuyor sırayla. 

Yine başında tacı, sırtında kaftanı... Bu defa elimden seni aldı. Çok denedik, yeminler ettik.

Yine de olmadı."

Sevda sessizce katladı mektubu. Yara bere içinde kalmış anıları tutuyordu elinde, ağır bir yüktü bu. Usulca zarfa yerleştirdi, gözlerindeki buğuyu sildi. Başhekim sessizce aldı zarfı, önündeki kalın dosyaya özenle yerleştirdi. Bir süre odadaki iki kişi de sessizce bekledi.

Söylenecek her şey zaten söylenmişti. Şimdi, üstüne ne söylenebilirdi ki?

"Babam mı yazmış bunu gerçekten? Emin misiniz?"
"Evet, o vakitler direkt olarak şahsıma bırakılmıştı bu zarf."
"Kendisi mi bırakmıştı, biri bi' oyun oynamış olamaz mı?"
"Kendisi bıraktı Sevda Hanım. Sizi temin ederim, bi' yanlışlık yok."

Bi' sigara yaktı Sevda, hastane çıkışında. Bahçenin sonundaki büyük kapıya doğru yürürken düşünüyordu: Nasıl anlatacaktı Ege'ye bu mektubu? Yahut, anlatmalı mıydı? Bu sır saklanmalı mıydı yoksa açığa çıkması daha mı sağlıklıydı?

Durdu Sevda. Sigarasını attı yere hışımla. Topuklu ayakkabısı izmariti çiğnedi hırsla, yılların acısını ezilmiş izmaritten alıyor gibiydi.

İzmarit ezildi, külleri fışkırdı kan gibi. 

O bile, Sevda'nın yükünü taşımaya cesaret edemezdi.

__________________________________________________

Yatakta oturuyordu genç çift sessizce. Kavga etme arefesinde gibiydi ikisi de. Oysa bu suskunluğun sebebi başkaydı. Ege, karısının bahsettiği mektubun şokundaydı. Yıllardır annesinin ardından ağlayan babası, annesi ölüme giderken ona el mi sallamıştı? Kal demek yerine, "Sana engel olamam." mı demişti? Ya annesi? Neyin uğruna ölüp gitmiş, neyi bitirmişti? Sadece hayatı mıydı son bulan? Anneliğini neden esirgemişti kızından, oğlundan?

"Neden dur dememiş?"
"Kimse bilmiyor bunu. Ama başhekim, hastalıktan dolayı olabilir dedi."
"Ne hastalığı? Kimmiş hasta?"

Derin bi' nefes çekti Sevda.

"Annen... Şizofrenmiş."

Ege'nin bakışları kitlenirken simsiyah umutlara, Sevda yeni ve renkli umutların birkaçını olsun kurtarmaya çalışıyor gibi bakıyordu kocasına. Biraz tutkuyla, biraz yangınla... 

Oysa çaresizlik konuşur olmuştu şimdiki zamanda.

Ölümün tırnakları batıyordu Ege'nin inancına. Annesinin firar etmiş beynine davetsiz bir ölüm saklanmıştı zamanında.

"Bu yüzden miymiş her şey?"
"Bilemiyoruz bebeğim, sadece tahmin bunlar. Hiçbir şey net değil."
"Tek bir şey net oysa."
"Nedir o?"
"Hasta olanlar, anneme kal demeyenlerdi aslında."
"Ege, ileri derecede hastaymış annen. Ablanın mezarını saklaması da bunun bir ispatı."
"O sadece, babama hak ettiği gibi davrandı."
"Çift mezarla mı?"
"Annem çok akıllı bir kadınmış Sevda."
"Annen şizofreni hastasıydı Ege. Kabul ettirmen gerek bu gerçeği kendine." 
"Ölümün el sallanası bi' durum olmadığını kanıtladı babama. Babam, kal diye yalvarmayı öğrendi ablamın bulunamayan mezarıyla. Kal dedi ama sesi iletilmedi. Üstelik hangisine ağlayacağını bile bilemez hale geldi. Tek bir acısı var oysa; ablama ağlıyor, onun yokluğuna... Ama aynı zamanda iki mezar taşına birden döküyor gözyaşlarını. Ölüme saygı duymayı yıllar sonra kavradı. "

Yine de özlenen bir sevda vardı ortada. Neden kal demedi seven sevdiğine, neden gelindi buralara? Bir çift mektup ve bir çift mezar taşı kadardı cevaplar. Çünkü hiçbir soru işareti, ötenazi yapamazdı -çıldırmış dahi olsa- bir hayata. 


Aşkın aklı başında olmamıştı asla.


Buna rağmen, aşığın aklından zoru varsa her şey bitmeliydi bir solukta. 


Dünya'nın en çılgın şeyini, aşkı yaşamak için, akıl sağlığı şartı aranıyordu bu zamanda. Eskiden de aynıydı durum aslında. Aşk da evrenseldi, aşkın bünyesine zıt kuralları da.


Sevda'nın henüz net olmadığına inanmak istediği her şey açık ve netti. Ege'nin babası, annesini yarı yolda ölüme terk etmişti. Kadın için her şey olması gerektiği gibiydi. Sevdiği adama, kendisini öldüreceğini yazan bir mektup göndermişti, gittiğini haber vermişti. Adam için de her şey doğal dengede sürüyordu belli ki. "Madem kararını verdin, sana kal diyemem." mantığı içinde, sevdiği kadını elleriyle ölüme teslim etmişti. Ve bunun bedeli kızının asla bulamayacağı mezarı olmuştu.


Su'yun mezarı, kadının ölümüyle birlikte bir tür bilmeceye dönmüştü.


_________________________________________________________


"Su Pars. 
17 yaşında, babasının yanına gitmek için çıktı yola. 
Ve dönmedi bir daha.
Ruhuna Fatiha."


İlk mezar taşında böyle yazıyordu. Su'yun öldüğü yaştı bu. Henüz 17'sinde trafik kazasında kaybetmişlerdi onu. Babasına kaçmıştı aklınca, onu özlediğini sayıkladığı bir zamanda.


"Su Pars.
Önce babası, sonra da annesi terk etti 17 yaşında. 

Nefes almak için sebebi kalmamıştı hayatta.
Ruhuna Fatiha."



İkinci mezar taşının söylediği ise buydu. Yine 17 yaşında, yine Su... Düşündü adam, kızıyla arasındaki uzaklığı hesaplayamazdı zihni. Öylesi yalnız bırakmıştı ki onu ve annesini.... Ege'ye tutunuşu hep bu yüzdendi. Su'ya yapamadığı babalık görevini, Ege'ye baba olarak telafi etme derdindeydi. 


Çünkü Su -tıpkı annesi gibi- şizofrendi.


Bu akşam üstü de çözemedi adam bilmeceyi. Dualarını iki ayrı mezara bölüştürdü, ona yine de yetmedi. 



Akıl hastası kalbine verilen ceza sürecekti ömrü boyu. Sevdiğine her ne olursa olsun kal diyemeyecek bir korkaktı çünkü o.


Ve aşkta korkak olan herkes, bir acıyla lanetlenecekti. 


Zira aşk, hakkı verilmesi gereken bi' ibadetti. 


Günde beş vakit sevemedi adam, beş bin vakit ağlayacaktı şimdi.

Geçen zaman cehenneminde, yanacaktı tüm bedeni.




-SON-
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets