11 Ağustos 2011 Perşembe

Sessizliğin Ağrısı

www.tips-fb.com







Bazen susar insan ve beklemez hiçbir şey akıp giden hayattan. 







"...Öte yandan, boğulurdu tüm kötülükler sessizliğin huzurunda. Kim konuşsa yasaklar düşerdi üstüne, hepsi ezilirdi demir yığınları altında. Bir kehanet vardı gürültüler üstüne, bilinmeyen zamanlarda. Adına ne denirse densin, susmak vakti geldiğinde çekilirdi tüm şehir kabuğuna. Susmak, ihtiyaçtı çünkü. Kuralları doğuranlar ihtiyaçlardı ve bu şehrin susmaya ihtiyacı vardı."

Genç kadın, yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla kaldırdı başını. Elinde tuttuğu kitabın ardında görünen masum yüzü seyredaldı. Oğlu 13 yaşındaydı ve enteresan bir çocuktu. Yaşıtları aşık olmaya başlamıştı ama o hâlâ annesinin okuduğu masallara sarılıp uyurdu. Uyku kitaplarını kendisi seçerdi. Özenle gezerdi tüm şehri ve en olmadık kitapları sipariş ederdi. Yaşıtları, ileride onları bekleyen kariyerlerine sıkı sıkı sarılmalarını sağlayacak yetenekler kazanmak için kitap okurdu, o ise hayal dünyasında tutukluydu. Bu geceki kitabı gibi, fazla karmaşık ve fantastikti onun da hikayeleri. Asla çözülemeyecek bir sır gibiydi çocuk. Ve gözleri , tıpkı hayatı gibi derin ve maviydi.

Yatağının baş ucunda duran ve 7. yaş gününde annesinin hediyesi olan onlarca boyama kitabına baktı önce. Hayalleri öyle süslüydü ki, bir fili dahi yedi ayrı renge boyardı o zamanlar; standartlara takılı kalmadan ve dilediğince.

"Bazen ben de susmak istiyorum, uzunca zaman." dedi, mavi gözlerini annesinin beyaz tenine yöneltiken. "Sustuğumda hafifliyorum anne."

"Daha fazla hafiflemek yasak sana yakışıklı, akşam yemeğinde tabağında bıraktığın son lokmaları görmedim sanma."

"Sevmiyorum kereviz yemeğini, biliyorsun. Kola içmeme de izin vermiyorsun. Sırf faydalı diye istemediği bir şeyi yapmamalı insan. Sırf zararlı diye sevdiği şeyden de vazgeçmemeli bence. Hatta susmak da aynen böyle. Hem sen..."

"Çok biliyorsun sen! Yerim boyundan büyük laflar eden o ağzını."

Dünyadaki tüm kötülüklere inat edercesine sarıldı oğluna kadın. Oğlunun yarım kalmış cümlesini tamamlamasına izin vermemişti. Bu bilinçli değildi. Lakin içten içe de rahatlamıştı, o cümlenin tamamlanmasını gerçekten istememişti. Cümle neyse de, elinde tuttuğu kitabı nereye bıraktığını dahi fark edemeyecek kadar susamıştı oğlunun kokusuna. Sımsıkı sardı miniğinin bedenini, kokladı her bir zerresini. Doyamazdı bu mutluluğa asla. Doyamazdı en kıymetlisine; oğluna.

Buğulanmıştı gözleri. Ne zaman oğluna böyle sarılsa ağlayası gelirdi. Oğlunun karşısında -neredeyse- hiç ağlamamıştı bu zamana dek. O, karşısında güçlü durması gereken ve yıldığı zamanlardan bihaber olması lazım gelen tek kişiydi, kadının nazarında. Hüzünlendiği zamanlarda yaptığı gibi, tek bildiği büyüyü yaptı ve miniğinin kulağının arkasından bozuk para çıkardı.

Oğlu da en az kadın kadar hassastı ona karşı. Bu büyüyü çocukluğundan beri hep saçma bulmuştu. Fakat annesi yaptığı zaman her defasında şaşırır, "Bunu yapmana bayılıyorum!" diye -sözde- sevinç çığlıkları atardı.

Yine aynısını yaptı.

İkisi de, taşmakta olan hüzünlere karşı, yalancı maskeler takmıştı.

"Hadi bakalım, uyku vakti. Geç oldu."
"Ama daha masal bitmedi."
"Yarın devam etsek?"
"Yarının geleceği garanti değil ki anne, bitsin istiyorum."
"O ne biçim laf öyle! Neyse... Ama sen de bu sırada uyumaya çalış."


Son defa bakıyormuşçasına, hasretle baktı yeniden oğluna. Ve devam etti, adı "Sessizlikten Bir Ülke" olan kitabı okumaya.

"...Birkaç satırlık hayatlarımızın gürültüler arasında kaybolduğunu bilsek de devam ediyoruz bu karmaşa içinde eriyip gitmeye. Oysa, yorulduğumuzda hareketsiz kalsak keşke, buz tutsak bir süreliğine; öylece... Dinlendiğinde ruhumuz, yeniden dönsek hayata. Hayat, tek kullanımlık olmasa ve tekrarı için şanslarımız olsa. O vakit gerek kalmazdı belki susmalara. Dilediğimizce sarılırdık gürültülü yaşamlarımıza ve yorulduğumuzda kısa molalar verirdik hatta. Bu kadar acımasız da olmazdı o zaman dünya. Kimse kimsenin payına göz dikmezdi, 'Nasılsa yeni şanslarım var.' derdi.

Tek parçalık hayatlarımızla, ne kadar da şanssızdık aslında."


Masal sanki öğüt veriyordu; kadına, oğluna, hayata... Hatta öğüt vermiyor, kadını anlatıyordu baştan sona. Yüzü kızardı kadının, elleri buz tuttu. Ne zaman utansa yahut endişe duysa, böyle olurdu.

"Ben şanslıyım anne, çok hem de!"

Oğlu, gülümseyerek bakıyordu kadının gözlerine. Hayattaki en kıymetlisini izlemek... En büyük şansı buydu işte.

"Ben de oğlum, ben de öyle."

Eğildi oğlunun yastıktaki yüzüne. Öpmedi bu kez, kokladı binlerce kere. Öperse hoyrat davranmış gibi hissedecekti kendini. Zira bu sıralar, kendisiyle birlikte oğlunu da yorucu bir sessizliğe terk etmişti. Bunca eziyet yetiyordu ikisine de zaten. Vicdanı acıyordu, öpmeye dahi kıyamıyordu oğlunu bu yüzden.

Kadın fazlaca suskundu bu sıralar. Konuştuğu tek kişi 13 yaşındaki oğluydu. (Arada bir ibadet evindeki din adamıyla konuştuğunu görenler de olmuştu.) Boyundan büyük kelimeleri vardı onun da ve en az gözleri kadar derindi yüreği. Annesi susarken uzunca zamandır, o annesinin duyduğu tek sesti. Üstelik kadın bir tek bu sesten kaçmıyordu, bir tek bu sese ihtiyaç duyuyordu. Tek kullanımlık hayatını yırtıp atmayı denediği gün, başaramamıştı ve bir yenilgi daha almıştı.

Yenilgiler her zaman ölüme karşı olmazmış, bunu anladı. 




Hayat karşısında yenilmek de, en az ölmek kadar acıydı.

Oğlunun üzerini örtüp, balkona çıktı. Gece, ünlü bir rock grubunun birkaç saat önceki renkli şölenine rağmen her zamankinden daha karanlıktı. Kadın bu aralar, sadece karanlıkta ortaya çıkıyordu ve bu kaçak hallerinden huzur dahi alıyordu. Lakin kaçıp kurtulmak istediği gürültülerini özlemişti.

Yeniden titredi elleri, yüzü kan kırmızı kesildi. Anladı ki zamanı gelmişti. Balkon demirlerinden sarkıttı bedenini ve avazı çıktığı kadar bağırdı hislerini:

"Susadım gürültülerinize!"

O gece kimse duymadı kadını. Fakat kadın rahatlamıştı. Özlemlerini içine hapsetmek ne kadar da yaralayıcıydı. Yaralarını sarmıştı, hatta aynı yaraya defalarca bağışıklık dahi kazanmıştı. Hangi aşıydı vücuduna dokunan, hangi doktordu onu bu pis hastalıktan kurtaran bilmiyordu lakin, en iyi bildiği şey yüzünü gülümseten şeydi.

En iyi bildiği şey netti: Yarın, bir gün mutlaka gelecekti.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

✿ Ziyaretçiler

Powered By Blogger

FeedBurner

Add to Google Reader or Homepage

ECBanner
Recommended Post Slide Out For Blogger
 
BlogOkulu Gadgets